• Aydın19 °C

Bekir AYGÜL / Köşe Yazarı

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Bekir AYGÜL / Köşe Yazarı

ESKİ CHP VE YENİ CHP

05 Ekim 2010 Salı 03:34

Bekir YÖRÜKOĞLU

Şevket KAYA’dan “ESKİ CHP VE YENİ CHP”

            Cumhuriyet Halk Partisi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu köklü bir partidir. Cumhuriyet tarihimizde çok önemli görevler üstlenmiş, Atatürk Devrimlerinin baştan sonuna kadar tasarlanmasından uygulanmasına varıncaya kadar her safhasında sorumluluk almış bir partidir.

            Atatürk’ün büyük umutlarla ve heyecanla kurduğu CHP zaman içinde büyük değişiklikler yaşasada, yöneticileri her platformda Atatürk’ün kurduğu partiyiz diyerek övünç duymuşlar onun izinde olduklarını sürekli olarak vurgulama gereği duymuşlardır.

            Zaman zaman Atatürk’ün kurduğu CHP ile şu andaki CHP arasında dağlar kadar fark var diyen çevreler çoğunlukta isede  bu konulara fazla tevessül etmeden Hasan Rıza Soyak’ın naklettiği bir anıyı paylaşmak tarihi bir görev olsa gerektir.

            Yargıtay’ımızın kuruluşunun 130.yılı münasebetiyle “Atatürk ve Hukuk” adıyla yayınlanan kitapta “Devlet memurları ile parti müfettişleri arasındaki ilişkilere dair, Hasan Rıza Soyak’ın naklettiği bir anı” başlığı ile yayınlanan yazı oldukca ibret verici ve örnek bir davranış olsa gerektir.

            Hasan Rıza Soyak’ın naklettiği anı:

            “Atatürk, bir sabah derhal İzmir’e gitmek istediğini söyleyerek hazırlık yapmamızı emretti; seyahatlere çıkarken ekseriya maksadını da bildirirdi; bu sefer hiçbir sebep göstermedi. Hazırlandık, derhal yola çıktık.

            İzmir’de daha evvel kendisine hediye edilmiş olan Kordonboyu’ndaki Naim Palas’a indik. İlk akşam yemeğine daha bazı zatlar ile beraber, Vali rahmetli General Kâzım Dirik ve Cumhuriyet Halk Partisi Müfettişi, Balıkesir mebusu Hâcim Muhittin Çarıklı da davetli idi.

            Atatürk saati gelince, üst kattaki yatak odasından inip misafirleri ile beraber bu salona girdi; ben de büyük holde bir koltuğa oturdum, dinleniyordum. Oturduğum yerden sofradakiler görünmüyor, fakat konuştukları işitiliyordu; birdenbire Atatürk’ün sesi yükseldi:

“Paşa hazretleri, burada vali yani Devletin temsilcisidir; koskoca vali-i âlişan!… Burada ben bile onun kararlarına göre hareket etmek mecburiyetindeyim; mesela, bana bugün sokağa çıkma diyebilir ve ben buna uyarım, uymak zorundayım; çünkü buranın asayişinden, idaresinden, her şeyinden o sorumludur…! Diyordu; hiddetli olduğu belliydi. Ne olmuştu, niçin ve kime kızmıştı?… İlk anda anlayamadım; bir ara benim ismimi de telaffuz ettiğini duydum, arkasından bir sofracı geldi: “Atatürk sizi istiyor” dedi.

Kalkıp salona girdim, her zaman olduğu gibi sofranın deniz tarafındaki başında oturuyordu; sağında Vali Kâzım Dirik, onun yanında da Hâcim Muhittin Bey vardı:

“Bak çocuk!…” dedi, Hâcim Muhittin Çarıklı’yı göstererek, “Beyefendi Parti müfettişliğinden çekilecekler; senden Parti Genel Sekreterliğine bir istifa mektubu yazmasını rica ediyorlar…”

Biraz durdu; Çarıklı’ya baktı:

“Bunu telgraf yapsak daha iyi olmaz mı beyefendi?…” diye sordu, Çarıklı kabul yollu başını eğdi; tekrar bana döndü:

“Hadi böyle bir telgraf hazırla, getir!… Beyefendi imza edeceklerdir,” emrini verdi; tabii telgraf yazıldı, imzalandı ve çekildi.

Ondan sonra Atatürk sabaha yakın bir saate kadar hep Çarıklı ile meşgul oldu; kendisine büyük iltifatlarda bulundu.

Ertesi gün uykudan uyandığını haber alınca yanına girdim; gece olup bitenleri hatırlamıyormuş gibi, hafifçe tebessüm ederek sordu:

“Yahu, dün akşam neler oldu?…”

Anlattım; bu sefer ciddileşti:

“Bu büyük bir derdimdir çocuk!” dedi… “Bak sana izah edeyim; Ankara’da kulağıma gelen bazı dedikodulardan vali Kâzım Paşa ile Parti müfettişi Hâcim Muhittin Bey arasında bir geçimsizlik olduğunu farketmiş, Hâcim Muhittin beyin mebusluk ve parti müfettişliği sıfatlarına dayanarak, Kazım Paşaya tahakküm etmek sevdasına kapılmış olmasından şüphelenmiştim. Buraya işte bunun için, yani durumu yakından görüp incelemek için geldim. Daha ilk temasımda şüphemin yerinde olduğunu hissettim; hele akşam sofraya otururken Hâcim Muhittin Beyin, kendisine yer göstermiş olmama rağmen, valinin önüne geçmeye davrandığını görünce artık dayanamadım; böylece bildiğin netice meydana geldi.”

Birkaç dakika sustu, düşündü tekrar konuşmaya başladı:

“Efendim, vali bulunduğu vilayette Devletin mümessilidir; oranın her halinden kanunen o mesuldür; Parti müfettişinin ise orada kanuni ve resmi hiçbir sıfatı, tabiatiyle de hiçbir nevi sorumluluğu yoktur; onun vazifesi, nihayet, Parti işlerini düzenlemekten ibarettir; icra işlerine müdahale edemez, etmemesi lâzımdır. Fakat bizde ta İttihat ve Terakki murahhaslarından kalma sakim bir itiyat vardı. Bu zatlar kendilerini icra işlerinde de vazifeli ve yetkili saymakta, öyle hareket etmekteydiler. Şimdi görüyorum ki, muhtelif vilayetlerde bulunan bizim Parti müfettişleri ve reisleri de aynı yolu tutmuşlardır ve Partinin başında bulunan arkadaşlar da bu vaziyeti adeta tabii buluyorlar, “Vali ve müfettiş iki samimi arkadaş gibi baş başa verir, konuşur, anlaşır ve işleri elbirliğiyle yürütürler” mütalaasında bulunuyorlar; bu mütalâa katiyen yanlıştır. Ne kadar iyi geçinen, anlaşılabilen yakın arkadaşlar olurlarsa olsunlar iki insanın her meselede aynı görüş ve düşünüşe sahip olması imkânsız bir şeydir. Şu halde düşünelim!… Parti müfettiş ve reislerinin icra işlerine karışmasını hoş görmekte devam edersek netice ne olacaktır?… Evvela Parti müfettişlerini ele alalım; ya vali müfettişi, yahut da müfettiş valiyi, yani behemehal ikisinden biri ötekini tesiri altına alacaktır… Eğer vali, Parti müfettişini yedeğine alırsa, müfettiş bey, dolayısıyla ondan bu sahada beklenen hizmet, sıfır olmuş demektir; o halde neden, boş yere adam kullanıp emek ve para harcamalıdır öyle değil mi?… Yardım dersek, valilerin yanlarında ve emirlerinde zaten yardımcıları vardır; icap ederse, en liyakatli olanlarından seçmek suretiyle bu yardımcıların adedi çoğaltılabilir de… Aksine, eğer Parti müfettişi, valiye hükmeden bir duruma gelirse orada Devlet işleri ve otoritesi, kanunen sorumsuz bir adamın eline geçmiş demektir ki, böyle bir hal, Devlet idaresinde, zararları ölçülemeyecek kadar büyük bir felaket, bir fecaat olur. Parti reisleri için de hal aynıdır.”

Burada biraz durdu; gözleri dalgınlaşmış, yüzü hüzünlü bir hal almıştı.

“Çocuk” dedi, “bilir misin ki İttihat ve Terakki’nin başarısızlığa uğramasının en mühim sebeplerinden biri, idareyi mes'ullerden ziyade, gayrı mes'ullerin eline bırakmış olmasıdır; bu yüzden memleketin her bakımdan ne kadar büyük, ne kadar ağır ziyanlara uğradığını hep biliyoruz.

Dahası var; Parti müfettişi veya reislerinin icra işlerine karışmaları yüzünden herhangi bir yerde mesuliyeti icap eden bir hal olursa ne yapılacaktır?… Kanunen valiyi sorguya çekmek lâzım değil mi?… Evet ama bunu hangi vicdanla ve nasıl yapabiliriz ki, biçarenin başına parti müfettişini, yahut reisini, bile bile biz musallat etmişizdir. Müfettiş ve reis beylere gelince, onlar müdahale ve tazyiklerini inkâr etmeseler bile pekalâ “Biz bunu bir mütalâa olarak söylemiştik, mesul olan vali bey mütalâamızı kabul etmez, bildiği gibi hareket edebilirdi” diyerek işin içinden çıkabilirler. Bu şu demektir ki, mesuliyet ortada kalmıştır. Söylediklerim yalnız valiler ve Parti müfettiş ve reisleri için değil, bütün Devlet memurları ile partililer arası münasebetler için de varittir.

Olmaz çocuk, böyle şey olamaz; buna meydan vermemek lâzımdır. Sorumlu Devlet memurlarının kanuni salahiyetlerini, mesuliyetlerini de gözden uzak tutmayarak, her zaman tam ve serbest olarak kullanmalarını temin etmeli, icra işlerine kim olursa olsun, sorumsuz adamları karıştırmamalıdır.”

Demek ki, Atatürk, idare hayatımızda pek tehlikeli gördüğü sakatlığı ortadan kaldırmak için harekete geçmiş, tasavvur ettiği tedbirler üzerinde, Parti Genel Yönetim Kurulu ile de uyuşmuştu.

Bu şekli, çok mahzurlu görenler, bu itibarla, hiç tasvip etmeyenler çoktu; itiraf ederim ki, sebeplerini yakından bildiğim halde kendisi ile görüşünceye kadar ben de onlar arasındaydım.

Seyahatten dönüp de huzuruna çıktığım zaman, bir münasebet getirerek, bu konuda ileri sürülen aksi mütalâaları ve şahsi düşüncelerimi arz ettim:

Evet!” dedi, “doğrudur; kararımız bir takım başka mahzurlar doğurabilir. Fakat muhakkak ki, bundan önce, mevcut olan en büyük, hatta feci mahsuru; yani kanun karşısında sorumsuz olan adamların Devlet işlerine hakim olması itiyadını ortadan kaldıracağı için getireceği fayda, o mahsurlardan daha büyük olacaktır.

Çocuk! Biliyorsun ki, birçok zaruretler yüzünden şimdi zaten anormal bir durumda bulunuyoruz ve Devletin bünyesinde, arzumuz hilafına, beliren arızayı bertaraf etmek için durmadan fikir ve gayret sarf ediyoruz; elbette bir gün hedefimize varacak, Devlet idaresini en ileri bir şekle ulaştıracağız. O güne kadar zararlarımızı, hangi yoldan, nasıl ve ne miktarda azaltabilirsek o kadar kazanırız; kararımız işte bu cinsten bir tedbirdir.”

            Görüldüğü gibi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk aynı zamanda CHP genel başkanı sıfatıyla da Devlet işlerinde nekadar hassas olduğunu Hasan Rıza Soyak’ın anılarından anlıyoruz.

            O zamanki CHP yönetimi ve anlayışı öyleydi ya bu günkü CHP yönetimi ve anlayışı nasıl ?

            Bu sorunun cevabı maalesef hiçde iç açıcı olmadığı gibi tamamen her şeye partizanca yaklaşmak, bir valiyi küçük düşürücü eylemlere girmekten çekinmemek, hatta hatta önemli bir bayramda Valiye hakaretler yağdırmak, basının önünde günlerce vali aleyhinde demeçler vermek onlar için adeta bir övünç kaynağı halini almıştır. Bu tip bir genel başkanın ve milletvekilinin Atatürk zamanında yaşadığını düşünün halleri nice olurdu acaba ? Atatürk ne derdi bu genel başkana ve vekile ?..

            Bizim buradan CHP milletvekilleri ve yöneticilerine tavsiyemiz Atatürk’ün kurduğu bir partiye yakışmayacak şekilde davranışlar içine girmemeleri, İnsaf ve vicdan sahibi olmaları,Valilerimiz ve diğer kamu personellerinin hak ve hukukuna riayet etmeleri, sorumsuz davranışlar ve söylemlerden uzak durmalarıdır. En önemlisi ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kemiklerini sızlatmamalarıdır.

Bu yazı toplam 1542 defa okunmuştur.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Aydın Özel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0544 8148480 | Haber Yazılımı: CM Bilişim