• Aydın19 °C

Halil KANARGI / Köşe Yazarı

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Halil KANARGI / Köşe Yazarı

YUNAN MESELESİ 3

04 Kasım 2010 Perşembe 12:31

4.BÖLÜM

ANLAŞMAZLIK KONULARI

 

     Bugün Yunanistan ile aramızda anlaşmazlık halinde olduğumuz açık ve gizli bir çok problem ve mesele bulunmaktadır. Açıkça ifade edilmese de anlaşmazlık halinde olduğumuz konular çok çeşitli olmakla beraber, gündemdeki sorunları şu başlıklar altında sıralamak mümkündür.

 

1. KARASULARININ TESPİTİ MESELESİ

     Karasuları terimi, bir devletin deniz kıyıları boyunca egemenliği altında tuttuğu, belli genişlikteki su şeridi anlamına gelir. Bu deniz şeridi, o ülkenin egemenlik haklarının karada olduğu gibi, deniz üzerinde de devam ettiğini gösteriri.

     Türkiye ile Yunanistan arasında itilaf konusu olan karasuları meselesi, ilk defa Lozan Antlaşması ile 24 Temmuz 1923’de çözümlenmiş ve iki devletin karsularının genişliğinin 3 mil olacağı karara bağlanmıştır. Yunanistan Lozan Antlaşmasını 1936 yılında ihlal ederek tek taraflı olarak 6 mileçıkarmıştır. Türkiye ise 1964 yılında mütekabiliyet esaslarına dayanarak karasularını 6 mileçıkarmıştır.

     Yunanistan, Birleşmiş Milletler tarafından 1973’te düzenlenen Milletlerarası Deniz Hukuku Konferansı’nda ABD’nin baskısıyla okyanuslarda kıyısı olan ülkeler için tanıdığı 12 millik karasuları hakkının, Ege içinde geçerli olacağını iddia etmiştir. Daha sonra 16 kasım 1993’te karasularını 12 mile çıkarma kararı almış ve bunu 16 Kasım 1994 tarihinde uygulayacağını açıklamıştır. Bu durum fiilen Ege Denizini bir Yunan gölü  haline getireceği gibi, Ege Denizinin hukukende Yunanistan’a ait olduğunun tescili anlamına gelecekti. Ayrıca, Ege Denizindeki milletlerarası açık deniz alanları yok denebilecek kadar azalacak, hemen hemen tüm stratejik alanlar ve deniz kaynakları Yunanistan’a kalacaktı. Özellikle Türk Donanması’nın Marmara’dan Akdeniz’e geçmesi imkansız hale gelecek ve Ege Denizi’nde askeri tatbikatlar yapılamayacaktı. Türk ticaret gemileri de Yunanistan’ın izni olmadan, Ege Denizi’nde seyrüsefer yapamayacaktı.

     Türkiye, bu emrivaki karşısında, Yunan karasularının 12 mile çıkarılmasını savaş sebebisayacağını açıklamış ve “Deniz Kurdu Tatbikatı”nı başlatarak, Yunanistan kara sınırına askeri yığınak yapmıştır. Bunun üzerine Yunanistan “ bu hakkını yakın bir gelecekte kullanacağını açıklamış ve geri adım atmıştır.

     Lütfen çok dikkat  ediniz.! Yunanistan bu hakkından vazgeçmemiş, sadece ileri bir tarihe ertelemiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Savunma Gücünü koruyamadığı  zaman Yunanistan bunu hemen gerçekleştirecektir.

     Nitekim, son olarak, Bodrum açıklarında Kardak Adası 20 Ocak 1996 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edilmek istenmiş ve adada Yunanlı gazeteciler, din adamları ve Yunan askerleri nöbet tutmaya başlamıştır.

     Lütfen çok dikkat  ediniz.! Yine Ortodoks Rum Patrikhanesi din adamları ön safta yerlerini almışlar. Yunanistan’ın kurulmasında en büyük rolü Mora adası isyanlarını organize eden  Fener Rum Patriği, Patrik Gregorius, (Yargılanarak İdama mahkum edilmiş ve Fener Rum Patrikhanesinin ortakapısının önünde 1828 yılında asılarak idam edilmiştir) İzmir’e Yunanlıların çıkışını ve Batı Anadolu’daki Türk katliamlarını organize eden İzmir Baş Metropoliti Hrisostomos, (Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra İzmir’de linç edilmiştir.) Kıbrıs’ta Türk katliamlarını organize eden Baş Piskopos Makarios, ardından Kardak Adası ve yine eli kanlı papazlar baş roldedir.

     30 Ocak 1996 gecesi, Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı SAT Komandoları başarılı bir operasyonla Kardak Adasının denetimini geri almışlardır. Avrupa’nın sürekli desteğiyle batının şımarık ve hırçın çocuğu haline gelen Yunanistan’ın her zaman başvurduğu “oldu bitti” politikası bu defa netice vermemiştir.

 

2. HAVA SAHASI MESELESİ

     Yunanistan, 1931 yılında tek yanlı olarak aldığı kararla hava sahasının 10 mil olduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan bunu 1944 tarihli Chicago Sözleşmesi’ne dayandırmaktadır. Söz konusu sözleşme ve milletlerarası hukuk, ulusal hava sahası genişliğini, devletlerin karasuları genişliği ile sınırlandırmıştır. Yunanistan iddiasına 1931 tarihli bir Yunan Krallık Kararnamesi’ni dayanak göstermektedir. Oysa Yunanistan, bu konuda milletlerarası bildirimi 1975 yılında yapılmış ve Türkiye tarafından bu bildirime derhal itiraz edilmiştir. Yunanistan ulusal hava sahası, Türkiye tarafından , Yunan karasuları gibi 6 mil olarak kabul edilmektedir.

 

3. FIR HATTI MESELESİ

     Uçuş Bilgi Sahası (Flight Information Region) teriminin kısaltılması olan FIR sahası sınırları, Milletlerarası Sivil Havacılık Teşkilatı (ICAO) tarafından onaylanan ve içerisinde uçuş bilgisi ve arama -kurtarma ile ikaz sistemlerinin sağlandığı bir hava sahasıdır. Bu sahanın sınırlarına da “FIR HATTI” denilmektedir. Sivil havacılığın düzenlenmesi ve kolaylaştırılmasıyla ilgili hizmetlerin sunulduğu bu alan, hiç bir biçimde bu alanın içinde sorumluluk yüklenen devlete hükümranlık hakkı vermemektedir. Oysa, Ege’deki hava sahası meselesinin özünde, Yunanistan’ın İstanbul / Atina FIR hattını, Yunan hava sahasının sınırı olarak kabul ettirmek istemesi yatmaktadır.

 

4. KITA SAHANLIĞI MESELESİ

     Kıta Sahanlığı Kavramı, karasuları sınırlarının ötesinde, deniz yatağı denen, denizin altındaki kara parçası ile bu kara parçasının altındaki doğal ekonomik değerler üzerinde tesis etmek amacıyla, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle ABD tarafından ortaya atılmıştır.

     Ege’ye ait Türk-Yunan problem ve meselelerin çözümü kıta sahnlığı ile yakından ilgilidir. Bu meselenin çözümü , öteki meselelerin çözüme kavuşturulmasını kolaylaştıracaktır. Anlaşmazlık konusundaki Türk ve Yunanistan’ın görüşleri şöyledir.

1.   Türkiye karşısında bulunan adalar Yunanistan’ın ayrılmaz bir parçasıdır.

2.   Adaların kıta sahanlığı vardır. Bunun böyle olduğu “Deniz Hukuku Sözleşmesi (1982)” ile de belirlenmiştir. Bu yüzden, kıta sahanlığı sınırlandırması yapılırken, adaların da kıta ülkesiyle eşit şartlarda ele alınması gerekmektedir.

3.   Kıta sahası sınırlandırması, Yunan adalarının Türkiye’ye en yakın noktaları dikkate alınarak, eşit uzaklık prensibine göre yapılmalıdır.

Türkiye’nin görüşleri şöyledir.

1.   Kıta sahanlığının sınırlandırılmasında doğal uzantı esastır. Ege’de bu prensip uygulandığı takdirde, buradaki deniz yatağının önemli bir bölümünün Anadolu yarımadasının doğal uzantısı olduğu ve adaların kendi başlarına bir kıta sahanlığı alanına sahip olmadığı görülmektedir.

2.   Kıta sahanlığının sınırlandırılmasında hakça çözüm esastır. Bu yüzden Ege kıta sahanlığının sınırlandırılmasında da hakça prensipler uygulanmalıdır.

3.   Bir bölgede adaların bulunması, kıta sahanlığının sınırlandırılması için özel durumlar ortaya çıkarır, dolayısıyla adalar coğrafi konumları ve öteki özelliklerine bağlı olarak değerlendirilmelidir. Ege’de eşit uzaklık prensibi uygulanamaz.

4.   Ege Denizi “bir yarı kapalı denizdir”. Bu yüzden de burada bölgenin özelliklerine uygun özel prensipler ve kararlar uygulanmalıdır.

5.   Lozan Antlaşması ile, Ege Denizi’nde bir denge kurulmuş olup, kıta sahanlığının sınırlandırılması sırasında da bu denge gözetilmelidir.

 

5.   DOĞU EGE ADALARININ ASKERDEN ARINDIRILMASI VE SİLAHLANDIRILMASI MESELESİ

     Balkan Savaşı sırasında Doğu Ege adalarından, Taşoz, Midilli, Sakız, Psara, Nikarya, Limni, Samandirek, Gökçeada ve diğerleri Osmanlı Devletinin zayıflığından yararlanan Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Balkan Savaşı sonunda 1913 yılında imzalanan Londra Antlaşması ile Osmanlı Devleti,Ege Adaları’nın geleceğini altı Avrupa devletinin (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan) tespit etmesini kabul etmiştir. Altı devlet On iki Adayı karar almaksızınüstü kapalı biçimde İtalya’ya bırakmışlardır. İkinci Dünya Savaşı sonunda mağlup İtalya, 10 Şubat tarihinde imzalanan Paris Barış Antlaşması ile Oniki Adayı Yunanistan’a bıraktı.

“““Lütfen çok dikkat ediniz! Yine bir oldu bitti ile Türkiye hiçe sayılmış “Coğrafi olarak Anadolumuzun uzantısı olan Ege Adaları ki bu görüşü Yunan Başbakanı Venizelos Anadolu’yu işgal ettiği zaman ortaya koymuştur” bu sefer İtalyanlarca Yunanistan’a bırakılmıştır. Avrupa Devletlerinin hepsi tarihin her döneminde Biz Türkler’e iki yüzlü davranmış ve halende davranmaya devam etmektedir.”””

    Anlaşmaların maddelerinde yer alan adaların silahsızlandırılması ilkesine Yunanistan hiç bir zaman uymamıştır. Özellikle 1960 yılından sonra Ege Adaları’nın anlaşmalarla belirli statülerini değiştirmek ve fiili durum yaratmak için sistemli bir çaba içine girmiştir. Kime karşı Ege Adalarını silahlandırıyor. Bizlere karşı. Anadolu’ya karşı. Adaları savunma amaçlı olduğu için değil, hala ruhlarında taşıdıkları Megali İdea’yı gerçekleştirmek ve Batı Anadolu’nun tamamına sahip olmak için silahlandırıyorlar.

     Yunanistan’ın Anadolu sahillerine bir kaç mil mesafedeki adaları, Anadolu’ya bir saldırı platformu gibi hazırlaması ve tahrik edici bir şekilde silahlandırarak güç gösterisi yapmasına, Türkiye’nin seyirci kalması mümkün değildir.

 

6. BATI TRAKYA VE AZINLIKLAR MESELESİ

    Ocak 1923’de Lozan’da imzalanan ve zorunlu mübadeleyi öngören anlaşma ile kısa sürede bir milyondan fazla Rumun Yunanistan’a, yarım milyondan fazla Türk’ün de Türkiye’ye yerleştiği bilinmektedir. 1923 Nüfus Değişimi Anlaşması’nın iki istisnası olan Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rumlarının iki devlet arasında sebep olduğu problem ve meseleler, özellikle 1960’lı yıllardan başlayarak Türkiye ve Yunanistan’ın ikili münasebetlerinde en önemli konularından birisini teşkil etmiştir. Bu gün Batı Trakya’nın 360.000 olan nüfusu içinde 120-130.000’i bulan bölümü Türk azınlık, ya da kendini Türk sayan insanların meydana getirdiği gruptur. 1923 yılında Türkler, Batı Trakya topraklarının %80’ine sahip bulunurken, 1980 yılında Türk nüfus toprağın %40 mülkiyetine sahipti. Yunanistan, Batı Trakya Türkleri’ni  eritmek için sistemli politikalar tatbik etmektedir. Yunanistan, Türklerin mülkiyet haklarına kısıtlama getirmiştir. Bu suretle Türklerin toprak sahibi olmaları giderek ortadan kalkmıştır. Nüfusu artan bir Türk, evini tamir etmek veya ilave yapabilmek için mahalli idare makamlarından izin almak zorundadır. İzin ise yıllarca sürüncemede bırakılarak insanlar bezdirilmektedir. Türk’ün Türke gayri menkul satması mümkün değildir. Yunan bankaları, bir yunanlı gayri menkul alacağı zaman kredi imkanlarını hemen genişletirken, Türklerin kredi almaları hemen hemen imkansız hale getirilmiştir. Batı Trakya Türkü esas itibarıyla çiftçi olduğu halde, bunlara otomobil ve traktör ehliyeti vermede binbir güçlük çıkarılmaktadır. Türklerin ellerindeki topraklar en çok iki yöntemle ellerinden alınmaktadır. 1- Kamulaştırma, 2- Askeri Bölge ilan etme. Yunanistan, Türk azınlığın yurttaşlık haklarını, seyahat hürriyetlerini kısıtlamakta, etnik kimliklerini reddetmekte, onları aşağılayıcı işlemlerde bulunmakta, ifade hürriyetlerini tehdit etmekte, din ve ibadet hürriyetlerini kullanmalarına engel olmakta, siyasi haklarını kısıtlamakta ve eşitlik haklarını ihlal etmektedir. Türkiye taraf olduğu milletlerarası düzenlemelerle haklarını teminat altına aldığı Batı Trakyalı Türklerin durumuyla ilgilenince, bu konu iki devlet arasında mesele olmaktadır.

“““Lütfen çok dikkat ediniz! Kopenhag kriterlerini uygulayın yoksa Avrupa Birliği’ne giremezsiniz diyerek İNSAN HAKLARI dersi vermeye kalkan bu birliğin üyeleri arasında Yunanistan da var. Siz hiç bir yerde Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerinin hakları konusunda Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu tarafından uyarıldığını okudunuz mu? Ben hiç bir gazetede veya dergide bu konuya rastlamadım?””” (Kaynak.: Türk Yunan Münasebetleri. İsmet Binark. Sayfa 49-50)

 

 

 

7. KIBRIS MESELESİ

    Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs Meselesi, her iki ülke için de çok ciddi ve ilişkileri önemli ölçüde etkileyen bir mesele olarak 1947 yılından beri, milletler arası planda ise 1954 yılından beri devam etmektedir. 1974 harekatı ve 1983 yılında Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ve bu gün gerçek bir devlet haline gelmiş olması Türkiye için Kıbrıs Meselesi çözümlenmiş sayılabilir. Ancak Yunanistan’ın çabaları ve bu çabalara her zaman bazı devletler tarafından verilen destek Kıbrıs konusunu bir mesele olarak devam ettirmektedir. Yunan yayılmacılığının parolası haline gelen“Enosis” kelimesi, bir ideal olarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını hedef almıştır. Bu idealin öncüleri ise Ortodoks Kilisesine bağlı papazlardır. Enosis’e kendini adamış olanların yaptıkları yemin, meselenin hangi boyutlarda olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. “ENOSİS YEMİNİ.:Mukaddes azizlerin tasvirleri önünde, dinimize bağlı olarak yeminimizi edelim. Ölüme kadar milli davaya (Enosisin gerçekleştirilmesi) sadık kalacağız. Yolumuzdan geri dönmeyeceğiz. Bize karşı kullanılacak kuvvet ve baskılara direneceğiz. Hedefimiz Enosis... Sadece Enosis olacak!.”

    Yunanistan eski Dışişleri Bakanlarından Evangelos Averoff,  “Kaybolmuş Fırsatlar” kitabında Dışişleri Bakanı olduğu 1956’da Konstantin Karamanlis hükümetinin EOKA’yı nasıl beslediğini, Türkleri öldürmek için hangi yollardan silah sağladığını, Birleşmiş Milletleri nasıl kandırdıklarını açık açık anlatır. Averoff kitabında “Yunan Milletinin, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması arzusu, Yunanistan’ın Türklere karşı bağımsızlık savaşı kadar eskidir” der.

    Türk-Yunan Başbakanlarının iki ülke arasında “Dostluk ve Kardeşlikten” bahsettikleri günlerde, 7 Mart 1953 günü Atina’da Büyük Britanya Oteli’nin 328 numaralı odasında, Kıbrıs’ın eli kanlı papazı başpiskopos Makarios, Albay Grivas, iki yüzlü politikacı Evangelos Averoff, General Papadopulos, iki bakan ile üç general  “Yunan bayrağına, İncil’e ve Silaha” el basarak şu yemini ederler. “Mukaddesat adına ve hayatımı feda pahasına, en ağır işkencelere tahammül göstererek, Kıbrıs’ın, Yunanistan’la birleşmesi (ENOSİS) konusunda sır vermemeye ve bu hedefe ulaşmaya yönelik emirleri, itiraz etmeden yerine getireceğime and içerim” Bu yemini edenler Ortodoks Kilisesi’nin himayesinde, Kıbrıs Türkleri’ni öldürüp yakmışlar ve cinayetler işlemişlerdir. Bunlar bütün dünya kamuoyunca bilinen gerçeklerdir. Bu soysuzların İşledikleri cinayetler, Kıbrıs Devleti’nin bütünlüğünü korumak için mi, yoksa adanın Yunanistan’a bağlanması için mi işlenmiştir? ““Büyük Türk Milletinin her ferdi bu gerçekleri asla ama asla unutmamalı.””

    Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türk çocuğu ecdadını (Atasını) tanımadıkça, geleceğe güvenle bakamaz” sözü ve bu sözün içeriği çok iyi tahlil edilmelidir. Yunanlılar bağımsızlıklarını nasıl kazanmıştır? Mora adası isyanı, Girit adasının elimizden çıkışı, Batı Trakya’nın elimizden çıkışı, Ege’deki adaların işgali ve elimizden çıkışı, Kıbrıs adasının hangi oyunlarla elimizden alınmak istendiği ve bütün bunlara sebep olan hatalarınneler olduğu, yöneticilerin nerelerde hata yaptığı hususlarının çok iyi tahlil edilmesi ve öğrenilmesi gereklidir. Bu sorumluluk sadece bizi yönetenlerin değil Büyük Türk Milletinin her ferdinin sorumluluğudur. Niçin her ferdin sorumluluğudur? —Atalarımızın bizlere bıraktığı en kutsal emanet olan bu vatan topraklarını, sorunu en aza indirilmiş bir şekilde gelecek nesillerimize, çocuklarımıza, torunlarımıza bırakma mecburiyetimiz olduğu için.— ” sorumluluğumuzdur.

    Bu günlerde Birleşmiş Milletler temsilcisi Kofi Annan tarafından “Kıbrıs’ta Barış Planı” teziyle ortaya atılan “Kofi Annan Belgesi” aslında Kıbrıs Adası’nın tamamını Yunan Megali İdeası’na (Enosis) göre Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan bir plan olduğu ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliğisözcüleri 28 Şubat 2003 tarihine kadar anlaşma olmazsa Türkiye Kopenhag Kriterleri’nin tamamını yerine getirse bile Kıbrıs sorunu yüzünden Avrupa Birliği’ne üye olamaz şeklinde açıklama yapmışlardır.

“““Lütfen çok dikkat ediniz! 1999 Yılında Başbakan Bülent Ecevit’in katıldığı toplantıda alınan kararla, Kopenhag kriterlerini uygulayın sizi Avrupa Birliği’ne alalım dememişler miydi?

    Asıl amaçları, şu anda, dünyanın süper gücü kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri’nin(USA) karşısına, Almanya ve Fransa önderliğinde Avrupa Birleşik Devletleri (USE) adıylaikinci bir süper güç olarak çıkmak isteyen Avrupa Birliği Devletleri, Stratejik ve Jeopolitik öneminden dolayı Kıbrıs Adası’nı, Avrupa Birliği sınırları içinde görmek istemektedirler. Kofi Annan Planı’nın ardında yatan gizli gerçek budur. Çünkü; Güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve vatanı için ölmeyi, şehit olmayı inancımız gereği insanın erişebileceği en yüksek mertebe sayan  Biz Türkler’i, Avrupa Birleşik Devletleri (USE) için tehdit unsuru gördüklerinden Kuzeyimizde Ukrayna’dan başlayarak güneyimizde Kıbrıs Adası’nıda USE toprağı haline getirip tam bir yarım ay şeklinde Kuzey, batı, güney olmak üzere etrafımız çevirmek istemektedirler. Tarihin tozlu raflarında bulunan SEVR ANTLAŞMA’sını, o raftan alıp yeniden hayata geçirmek istemektedirler. Çok kısa bir zamanda yeni bir ÇANAKKALE SAVAŞI yaşabiliriz. Her zaman  tetikte ve hazır bulunmalıyız.

    Kıbrıs için çözüm arayanların, Yunanlıların ve Güney Kıbrıs’lı Ortodoks Rumların ustalıkla ve sabırla oynadıkları  acındırma oyunlarına kapılmamaları gerekir. Öncelikle Ada’nın stratejik ve Jeopolitik konumunu, Ada’daki insanlar arasındaki din, dil, ırk farklılıklarını ve iki toplumun birleşmesi halinde doğabilecek problemleri gözönüne almalı ve bu çözümde çok hassas bir dengenin şart olduğunu bilmelidir.

 

8. FENER RUM PATRİKHANESİ FAALİYETLERİ MESELESİ

   Türk-Yunan münasebetlerinin tam ekseninde olan, ancak her nedense Türk Kamuoyunun dikkatini büyük ölçüde çekmeyen bir konu da, Fener Rum Patrikhanesi’nin faaliyetleridir.

   Fener Rum Patrikhanesi, İstanbul’un fethedildiği tarihin ertesi günü olan 30 Mayıs 1453 tarihinden günümüze kadar sürekli Türk Devleti’nin himayesinde ve tam bir emniyet altında kalmıştır.“““Peygamberimizin “İstanbulu fetheden kumandan, ne büyük kumandan” sözünün takipçisi olarak İstanbul’u alan, bir çağı yıkıp yeni bir çağ kuran Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han, Patrikhanenin eli kanlı papazlarının organizasyonuyla Yunanlıların, Balkanlardaki Türklerin, Karadeniz Bölgesindeki Türklerin, Trakya’daki Türklerin ve Batı Anadolu’daki Türklerin yüzbinlercesini katledeceğini bilse acaba bir tanesini sağ bırakır mıydı? Bu soru tarih önünde merak konusudur.””” Patrikhane kendisine sağlanan emniyete karşılık, Yunanistan’ın bağımsızlığı için çalışmış ve 1814-1819 yılları arasında da adeta Etnik-i Eterya (Milli Ortaklık) şubesi gibi çalışmıştır. İmparatorluk döneminde, bilhassa Eflak ve Mora isyanlarının çıkmasında Fener Rum Patriği Grigorius’un büyük rolü olmuştur. Padişah II.Mahmut döneminde Patrik Grigorius’un Rus Çarı Nikola’ya göndermiş olduğu bir mektup ele geçirilmiştir. Rus Çarı’na yazılan mektupta şunlar ifade ediliyordu. “Siz bu Türkleri bir yenersiniz, iki yenersiniz, üçüncüsünde bunlar yine toplanır ve başınıza bela kesilirler. Bunun için onları içinden yıkmak, dillerini bozmak, dinlerini kaldırmak lazımdır.” Fener Rum Patriği Grigorius bu ihaneti sonucu yargılanarak Patrikhanenin Orta kapısı önünde idam edilmiştir. Fener Rum Patrikhanesinin Orta Kapısı bugün bile “İntikam Kapısı” olarak kapalı tutulmaktadır. 1989 yılında tamir edilmesine rağmen, bu kapının açılmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Gerek birinci dünya savaşı, gerekse Milli Mücadele sırasında Türkiye’deki Rumlar, Patrikhanenin eli kanlı papazları tarafından Yunan Milli Amacı doğrultusunda, Türkler aleyhinde kullanılmış, yapılan zulüm ve katliamların ortağı haline getirilmişlerdir.

    Fener Rum Patrikhanesi, günümüzdeki faaliyetlerine “Ekümenlik.: Bütün Dünya Ortodoksları Başkanlığı” iddiasını katarak, farklı bir boyut kazandırmıştır. Fener Rum Patrikhanesi, İstanbul’u adeta bir VATİKAN konumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Bu amacını gerçekleştirmek için de, Patrikhane çevresindeki arazi ve binaları doğrudan veya dolaylı olarak almaktadır. “Oysa Batı Trakya Türkleri birbirlerine bile mal satamamaktadır.” Fener Rum Patriği, Türkiye’de üst düzey kabul görürken, Batı Trakya’daki soydaşlarımızın en temel haklardan dahi mahrum edildiği göz ardı edilmektedir.

 

9.   YUNANİSTAN’IN TÜRKİYE’YE YÖNELİK MİLLETLERARASI TERÖRİZMİ DESTEKLEMESİ

    Milletlerarası Terörizm..: Bir devletin temel politikalarını değiştirmeye, belirli kararları almaya veya almamaya zorlamak amacıyla, yasadışı şiddetin kullanılmasıdır, şeklinde tanımlanır. Birleşmiş Milletler Milletlerarası Terörizm Komitesi, Milletlerarası Terörizmi “Bir yabancı devlet tarafından üçüncü bir ülkenin topraklarında, iç mesele olduğu söylenemeyecek olan bir uyuşmazlıkla baskı yaratmak amacıyla girişilen iğrenç bir barbarlık eylemidir” şeklinde tarif etmektedir.

    Türkiye, yaklaşık olarak otuz beş yıldır Milletlerarası terörizmin çıkardığı savaşın içinde ve ön safta mücadele etmektedir. Türkiye’de Demokrasiyi yıkmak için, sahneye önce Filistin’deki gerilla kamplarında yetiştirilen komünist terör örgütleri çıkmış ve bu ülkeyi kan gölüne çevirerek kardeşi kardeşe düşman etmişlerdir. (Kaynak: Bay Pipo kitabı.)

    Bu kirli savaş sürerken, Ermeni ASALA, JCAG, ARA gibi terör örgütleri ortaya çıkarak, Türk Milletini asılsız ve düzmece bir soykırımla suçlayıp, diplomatlarımızı öldürmüş, kuruluşlarımızı bombalamıştır. Ermeni terörü daha sonra Avrupa ve Amerika’da Türk olmayan hedeflere yönelince iki yüzlü olan Batılı Ülkelerin aklı başına gelmiş, geç de olsa Ermeni Terörüne karşı önlem almaya başlamışlardır.

    Ermeni Terör örgütlerinin sahneyi terk etmesi üzerine, bu defa Kürtler için savaştığını ilan eden PKK sahneye çıkmıştır. On beş yıl boyunca yaşanan savaşın sonunda 30.000 insanımız şehit olmuş ve 150 milyar dolarlık ekonomik kayıp yaratılmıştır. Bugün yaşadığımız Ekonomik Sıkıntı PKK terörünün bir sonucudur. Türk Güvenlik Güçleriyle girdiği çatışmalarda öldürülen teröristlerin arasında Ermeniler, Suriyeliler, Güney Kıbrıslı Rumlar ve Almanlar tespit edilmiştir.

    ““15 Ekim 2000 Pazar günkü Hürriyet gazetesinde 1981 yılı Paris Konsolosluğumuzu basarak Cemal ÖZEN isimli görevlimizi şehit eden ASALA militanı KEVORK GÜZELYAN, gazetecimiz Faruk Bildirici'nin bir sorusuna çok manalı cevap vermiştir.

F.B.:  ASALA başarılı idiyse neden dağıldı?

K.G.: "ASALA dağılmadı, artık bizim davamızı sürdüren insanlar var."

Şu cevaba dikkat ediniz. ASALA silahlı çatışmayı başkalarına mı, PKK' ya mı devretmişti acaba?

    Bu sorunun cevabına bakalım...: Türkiye’ye karşı geliştirilen Milletlerarası Terörizmin baş destekçisi olan Yunanistan, ASALA,PKK,DEVSOL ve diğer Türk ve Türkiye düşmanı terör örgütleriyle 1975 yılında yakın münasebetlere girmiş ve her türlü desteği (para,eğitim,silah) sağlamıştır. Yunan Milli İstihbarat Teşkilatı (KYP) 1980 yılı başlarında, Yunan Komünist Partisi (KKE) aracılığıyla Türkiye’ye yönelik saldırıları birleştirmeleri için ASALA ve PKK’yı bir araya getirmiştir. Bugün Atina’da Yunan yönetiminin çeşitli yollarla kurdurttuğu ve Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerinde kullandığı 100’den fazla gizli teşkilat, dernek, cemiyet vb. kuruluş vardır. (Kaynak.: Türk Yunan Münasebetlerinin dünü bugünü. İsmet Binark. Sayfa.:58)

    Gazeteci Tuncay ÖZKAN’ın “Operasyon” kitabının 141. Sayfasında 16 Şubat 1999 tarihinde yakalanarak yurda getirilen terörist başı Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde başlayan kaçışından itibaren yanında bulunan Yunanlı Yetkililer kitapta şöyle anlatılmıştır.

1.   Panayotis Sguridis.: Yunan parlamentosu başkan yardımcısı. Öcalan’ı 1995 yılında Bakaa’daki ininde ziyaret eden Yunan Parlamentosu heyetinin başkanı. 1998 aralık ayı başında, Yunan Dışişleri talimatı doğrultusunda, yanında EIP ajanı (Yunan Gizli Haberalma Örgütü) ve Öcalan’ın dostu Savas Kalenderidis’i tercüman olarak yanına alıp Roma’ya gitti ve PKK lideriyle görüşerek “Yunanistan’a gelmen söz konusu olamaz. Simitis hükümeti kesinlikle siyasi sığınma vermeyecektir”, der. Lütfen çok dikkat ediniz! 1995 yılında PKK’nın Türkiye’ye yönelik tehdidi sürerken Suriye’de Bekaa’daki inine kadar yanına gidip ziyaret eden adamın, tehdit ortadan kalkınca , Öcalan’ı nasıl ortada bıraktığı açıktır.Artık, Abdullah Öcalan Yunan Megali İdeasına hizmet edemez duruma gelince ortada bırakmışlardır.

2.   Savvas Kalenderidis.: Yunan ordusunda binbaşı.Son yıllarda Yunan Gizli Haber Alma Örgütüne atanmış (EIP). Yunanistan İzmir Konsolosluğu’nda görev yaparken Türkiye onu istenmeyen adam ilan etmişti.2 Şubatta Öcalan’ı Afrika’ya gitmeye ikna etti. Yunan Büyükelçisinin evinde Öcalan’la birlikte 12 gün kaldı. Öcalan tutuklandıktan sonra, elçilikte 3 kadın PKK’lı militanla beraber 10 gün daha kaldı ve “kurtarma operasyonu” sonucu Atina’ya döndü.

3.   Andonis Naksakis.: PKK’nın ve Öcalan’ın en yakını olan Yunanlı Emekli Amiral. 29 Ocakta Öcalan’ı kaçak olarak Yunanistan’a soktu. Öcalan’ı bir geceliğine yakını olan yazar bayan Vula Damianakou’nun evinde sakladı ve sonra siyasi sığınma hakkı verilmesi için Yunan Makamlarıyla temasa geçti.

     İşte böyle, Milletlerarası terörizmin Türkiye üzerinde oynanan oyunlarına baş desteği veren Yunanistan Milli Amacı olan Helen Emperyalizmine, (yani İstanbul’u ve Batı Anadolu’yu Yunan toprağı haline getirme amacını ) vaatlerine kanarak Rusya ile birlikte Abdullah Öcalan’a kurdurdukları PKK örgütünü de etkisini kaybetmesiyle sonunda yüzüstü bıraknıştır. Yunanistan yaptığı bu işten ne kazanmıştır? Sorusuna ise verilecek cevap çoktur. 150 Milyar dolarlık Ekonomik kayıp. Binlerce şehit. Gözüyaşlı ana babalar. Öksüz ve yetim. En başlıcası ve önemlisi kazancı ise, Çanakkale Savaşında, Milli Mücadelede omuz omuza savaşan dili, dini, bayrağı, toprağı bir , Büyük Önderimiz  “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türk Halkı, Türk Milletinin ta kendisidir” sözüyle Milli Birlik halinde bir arada bulunan Türk Milletini, Türk-Kürt ayrımcılığı yaratarak “Kardeşi Kardeşe” kırdırmıştır.

    Ülkemizi 15 yıl boyunca kan gölüne çeviren PKK terörü, güvenlik güçlerimizin üstün gayretleri ve (Anayasa, Madde 66 Türk Devletine Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür).ilkesine bağlı olan, temiz duygularla vatanseverliğini gösteren ve ayrımcılığı kabul etmeyen kürt asıllı vatandaşlarımızın dirençleri sayesinde sona ermiştir. Yunalıların, ve Ermenilerin Türkiye üzerindeki ortak oyunu bozulmuştur.    Yine, Çanakkale Şehitliklerine gidip bir baksalar, orada İstanbullu, Siirtli, Bergamalı, Bingöllü, Ödemişli, Mardinli, Sinoplu, Gaziantepli, Karslı, Vanlı, Edirneli, Hakkarili, İzmirli ve Türkiye'mizin her köşesinden bu vatan uğruna Şehit olmuş koyun koyuna yatan 117.000  şehitlerimizin arasında bir tane yerli Rum’a veya Ermeni'ye rastlayamazsınız.

“““Lütfen çok dikkat ediniz! Büyük Türk Milletinin her ferdi bu oyunlara düşmemek için azami dikat göstermelidir.””””

 

5.BÖLÜM

SONUÇ

     Türkiye’nin tarihten gelen en önemli problemlerinden biri de Yunan Meselesidir. Bugün gelecekte ne olacağı belli olmayan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı ) topluluğu içerisinde birlikte yer almış ve müttefik olmamıza rağmen, Türk Dış Siyaseti’nin gündeminde yer alan meselelerin çoğu Yunanistan’la ilgilidir. Her iki devlet arasındaki meseleler Yunanistan’ın 1828 yılında bağımsızlığını kazanmasıyla başlamıştır. Yunanistan bağımsız olduğu tarihten buyana Bizans’ı yeniden yaratma çabası ve hayali içinde yaşamıştır. Bunu Yunanistan’ın Milli Amacı olarak benimsemişler ve adını da “ Megal-i İdea” koymuşlardır. “Ne ad verirlerse versinler, bilinen odur ki, Yunanistan önce Osmanlı Devletinin, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını yok etmeye yönelik bir gayretin içinde hep olmuştur. Bundan sonrada olmaya devam edecektir.” Yunanistan bu sonuçsuz çabaları sonunda önce 1897 savaşında, sonra  1920-1922 ‘de Anadolu macerasında, daha sonra 1974’de Kıbrıs’ta biz Türkler’den gayet haysiyet kırıcı şamarlar yemiştir. Bundan ders alması gerekirdi, ancak ders almamış olduğu yukarıda izah ettiğim “anlaşmazlık meseleri” olarak sıraladığım 9 konu başlığında sürekli sorun çıkarmasından anlaşılmaktadır. Bu sorunları yaratmasındaki asıl gerekçe ise, Türkiye’yi bir stratejik kontrol kuşağı ile çevreleme politikasıdır.Stratejik Kontrol Kuşağı nedir dersek,

1.  Ege’de deniz ve hava sahası üzerinde Yunan Hakimiyetini tesis etmek.

2.   Türkiye’nin Kuzey ve Batı kıyılarının Akdeniz ile olan irtibatını kesmek

3.   “Rodos, Girit, Kıbrıs” adalarının meydana getirdiği üçgenin, 12 millik karasularına ilaveten, Ege Denizi’nin ekonomik yararlanma imkan ve alanlarını kullanarak, Çanakkale boğazı önündeki Limni adasından İskenderun Körfezi’ne kadar bir stratejik kuşak ile Türkiye’yi çevrelemek

4.   Yukarıdaki işlemlerin sonucunda Anadolu’nun ikmal yollarını tamamıyla kontrol altına almaktır.

“ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi gereğince, Türkiye bakımından savaş, güvenlik için son çaredir. Bu sebeple Türkiye caydırıcı bir dış politikayı, ülke güvenliğinin ön savunma hattı olarak görmektedir. Ancak, bir ülkenin dış politikası, dayandığı askeri güçten daha kuvvetli olamaz. Bu itibarla, Türkiye’nin güçlü bir caydırıcı güce sahip olması (Çok güçlü Türk Silahlı Kuvvetleri ile mümkündür) bölgede huzurun, barışın kısacası istikrarın tek anahtarıdır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların yakın bir gelecekte çözüme kavuşturulması ihtimali uzaktır. Dolayısıyla her iki taraf, bu problem ve meseleler ile bir arada yaşamaya devam edeceklerdir. Yunanistan, kurulduğu günden bu yana Avrupalı ülkelerin desteğiyle sürekli tavizler almaya alışmış bir devlettir. Türk - Yunan münasebetlerinde ve davranışlarında asla en küçük bir sapma yapmadığı ve uzlaşmaya yanaşmadığı açıktır. Son dönemde Kıbrıs’la ilgili olarak Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için Avrupa Birliği’ni kullanmaktadır.

    “Siyasi Açıdan Sivri Oyunlar” olarak kabul edilebilecek oyun nasıl oynanıyor. Dikkatle incelemek gerekir. Lütfen Dikkat ediniz.! Ekim 2001 tarihinde Avrupa Birliği’nin üst düzey yöneticilerinin iki açıklaması her şeyi özetliyor. Kıbrıs Rum kesimini ziyaret eden AB’nin üst düzey yöneticisi ekim ayı başında adada “ Rum kesiminin üyeliği için Kıbrıs sorununun çözümü şart değil” diye açıklama yapıyor. Rum kesiminde yaptıkları bu açıklamadan hemen sonra 24 Ekim 2001 tarihinde AB’den “Kıbrıs sorunu çözülmedikçe Türkiye Avrupa Birliğine giremez” açıklaması yapılıyor. Bu günlere geldiğimizde ise ENOSİS amaçlı Kofi Annan Planı ortaya atılıyor. Avrupalıların iki yüzlülüğü tahammül sınırlarını aşmakla kalmayıp, bizi AB içine alacakları  inandırıcılığını da tamamen kaybettirmiştir. Çünkü onlar bizi aralarına almak niyetinde değiller. Gerçek amaçları güçsüz ve muhtaç bir TÜRKİYE. Bunu anlamak için falcı olmaya gerek yok.

     Avrupalılar Kıbrıs’ta Rumların yaptıkları katliamları unuttular. 2004 yılında Kıbrıs Rum Kesimini Kıbrıs’ın tamamını temsil edecek şekilde Avrupa Birliği’ne alacaklar. Kıbrıs’tan askerlerimizi çekmemizi isteyecekler. Çekmezsek bizi işgalci sayacaklar. Avrupa Birliği bize savaş açıncaya kadar bu işi götürecektir.

     Büyük Önderimiz ATATÜRK’ten Askeri ve Siyasi alanda şamar üstüne şamar yiyen azılı Türk düşmanı Yunan Başbakanı Venizelos “ Ege Adaları coğrafi ve iktisadi bakımdan Anadolunun devamı sayılması gereken yerlerdir.”demiştir. Rus, Fransız ve İngilizlerin desteğiyle gerçekleştirdiği Batı Anadolu işgalini haklı göstermek için bu görüşü ortaya atmış ve bu görüşüAvrupalı devletler, Anadolu’yu Yunanistan’a işgal ettirerek kabul etmişlerdir. Avrupalıların kabul ettiği bu görüşe göre Anadolu’nun bir uzantısı olan Ege Adaları’nın bizim olması gerekmez mi?    ““GÜN OLA, HARMAN OLA.””

       Türkün tarih boyunca uğradığı zulmü görmemezlikten gelmek, hakkın ve adaletin bütününü  öldürür. Türk milleti olarak, kan davası gütmek, cinayetler işlemek ve intikam almak gibi hareketlere başvurmak islami inancımıza da, tarihi şeref ve asaletimize de yakışmaz. Ancak; hakikatleri ortaya koymak, unutulmamalıdır ki milli ve insani bir vazife, bu güne ve gelecek nesillerimize, çocuklarımıza, torunlarımıza kısacası geleceğimize karşı sorumluluğumuzdur.

 

 

KAYNAKLAR:

 

1-   Türk Yunan Münasebetlerinin Dünü Bugünü  İsmet Binark

2-   Türkün Siyah Kitabı. Yunan Mezalimi            Kadir Mısırlıoğlu

3-   Nutuk                                                        M.Kemal ATATÜRK

4-   Atatürk ve İzmir                                       İzmir Gazeteciler Cemiyeti.

5- Operasyon                                                 Tuncay Özkan

 

 

Halil KANARGI

SİVİL SAVUNMA UZMANI

Bu yazı toplam 2035 defa okunmuştur.
YORUMLAR
rOJNUNYRROpYbvKLGUJ
Barnypok
flkdwk http://www.FyLitCl7Pf7ojQdDUOLQOuaxTXbj5iNG.com
02 Ocak 2017 Pazartesi 16:34
188.143.232.16
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Aydın Özel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0544 8148480 | Haber Yazılımı: CM Bilişim